top of page

FATİH BALCI’NIN EN BÜYÜK BİRADER GÖSTERİMİ

-KENDİ KENDİNİ ÇÖZÜMLETEN BİR GÖSTERİM-

 2 Haziran 2020 günü bir kara salgının ortasında Kanada’da gidememek ve kalamamak arasındaki arafta, salgının ilk günleri sanki izlemezsem bir daha izleyemeyeceğim sadeceee üç gün serbest gösterimi olan opera ve baleleri, sadeceee bir günlüğüne izlenebilen festival filmlerini, belgeselleri, online gezebileceğin sergi salonları ve müzeleri, sadece belli gün ve saatlerde instagramda yapılan akademik söyleşileri, kültür – edebiyat sohbetlerini yakalamaya çalışmaktan çoktan vazgeçmiş, artık bu sadeceee bir günlük ve bir saatlik instagram sohbetlerini reddetmeye başlamış, kayıtlı youtube ve kayıtlı fb söyleşilerinde bir akademisyenin popüler konuşmalarını yapmaktan bıkmış ve kendimi akademik çalışmalarıma vermişken tesadüfen girdiğim fb’da Fatih Balcı’nın sayfasındabir afiş gördüm. Çok sevdiğim turuncu renkli bir zemin üzerinde bir çift göz vardı, bana göz kırpıyordu ve üzerinde de “En Büyük Birader / Biggest Brother” 7-17 Haziran tarihleri yazılıydı. Önce bu afişe vuruldum. Algıda seçicilik, önce yazıyı okumadım elbet zihnim George Orwel’in 1984 romanıyla kurulan metinlerarası ilişkiye uzandı. Ne tesadüf tam da o günlerde Toronto’da bir kitap klübü için -sanırım 10. kere- bu kitabı tekrar okumuştum. 1984 romanının herşeyi gören ve gözetleyen, sistemin totoliter baskısını sembolize eden “big brother”i afişte “En Büyük Birader / Biggest Brother” olmuş, iktidar ve kontrol mekanizması en sıfatıyla büyütülmüş, disyopya çoğaltılmıştı. Bu çoğaltımda abi kelimesi değil “brother” kelimesiyle etimolojik olarak aynı kökten gelen “birader” kelimesi tercih edilmişti. Tabii sanatçımız mukayese sıfatını İngilizcede yazarken the belirtecini de unutmuştu, bu da hoş bir kusurdu. Afişe bakan ve gösterimi merak eden sonuçta bir Türk edebiyatı uzmanı, bir Türkbilimciydi. Bizim metinleri elimizde bir kırmızı kalemle okuma hastalığımız vardır. Neyse bende bir merak başladı.

7 Haziran gününü not almıştım ama günlük telaş içinde unuttum. Kanada’da öğlen saatleriydi, Türkiye’de saat çok geç oldu kaçırdım paniği ile fb’a girdim.Neydi o güzel afişin anlamı, neydi bu performans ve neden okumamıştım açıklamasını? Girmemle Fatih Balcı’nın sayfasından canlı yayın alarmı ile performansı ilk dakikalarında yakaladım. Sonrası... Sonrası artık bu gösterimin, bir yaratma eyleminin ve ortaya çıkacak resimlerin bir izleyicisi ve bir parçasıydım.

Önce performans üzerine kalem oynatayım. Sanırım o bu defa bu sanatçı ile izleyici arasındaki bu ilişkide performanstan çok -elbette bu performansı önemsemediği anlamında değil, resimlerine yapılacak yorumları merak ediyor. Muhtemelen kendisi kabul etmeyecektir ama ressamı buna ikna edemesem de bu yazıyı okuyanları ikna edebileceğimi düşünüyorum. Neyse, ilk canlı sohbetimizi Fatih’in o günkü canlı yayınında yaptık. İsteyen gelebilir dedi ve ben onu whatsapptan görüntülü aradım, canlı yayını seyredenler için Fatih’i performansları için konuşturan bir edebiyatçıydım henüz. Elbet Fatih için de. Sanırım bu ilk gün benim için de böyleydi. Henüz performansın 1984 romanı ile olan ilişkisi ve pandemi dönemindeki dijitalleşme ve dijitalleşme ile yok olan mahreme olan vurgusu benim için daha öndeydi. Biz sanatçı ile bu sohbeti yaparken hiç resme yoğunlaşmamamın, onunla başka başka performansları ve kültürel meseleler hakkında konuşmamın gerisinde en çok bu vardı. Üstelik yapmaya başladığı resim henüz çok başlardaydı ve çözünürlüğü düşük fb canlı yayınında bana hiç de hitap etmiyordu.

Fatih’i ne kadar tanıyordum? Bu sanatçı benim 30 sene öncesinden lise sınıf arkadaşımdı. O zamanlarda birimiz edebiyat, diğerimiz resim meraklısıydık. Sanırım sınıfın da en tembelleriydik. O günlerden onunla ilgili iki hatıra hatırlıyorum kuvvetle. Birisi sınıfa boş ders için gelen bir resim öğretmeninin -resim öğretmeni olduğunu sonradan öğrendik- Fatih’i bize silgi attığı için azarlamaya gittiğinde kendisi hakkında çizdiği karikatürü görüp, çok etkilenip kızmaktan vaz geçtiği sahne. Bunu performans sırasında anlattı ama kafama attığı yeşil sert pelikan silgiyi hatırlamıyor tabii. Belki de kendi kafasına düşmediği içindir. Diğeri de benim hatıra defterime -o zamanlar hatıra defteri diye birşey vardı- hadi sen de birşeyler yaz diye uzattığımda yaptığı karakalem resim... Altına şöyle yazmıştı: “Dünyayı güzellik kurtaracak!” Lisede beni kuvvetle etkileyen bir felsefe öğretmenimiz vardı, soyadını unuttum, umarım o hatırlar ve ulaşabiliriz, İzzet Öğretmen. İzzet Öğretmenin bendeki etkisi çok büyüktür, yine bu süreçte anladım ki onu da çok etkilemiş. Sonrasında ikimiz de felsefeye merak sarmışız.

Sonra hiç karşılaşmadık Fatih’le, ta ki ben bir konferans vermek için ÇOMÜ Kadın Araştırmaları Merkezi’ne gelene kadar, sene 2015. Konferansıma gelmişti. Evet resim hayatındaydı, akademisyendi o da benim gibi. Bu tekrar karşılaşmamız 25 sene sonra

olmuştu. Sonrası zaman zaman fb beğenileri, arada telefonlaşmalar ama yine 5 yıl daha girdi aramıza. Bu defa ben görevlendirme ile Toronto’da iken... Sanat tam da olması gerektiği gibi dünyanın her yerindeydi, okyanusları aşmıştı. Bu resim sanatı için eş zamanlı bir yaratım sürecinde, izleyicinin de yaratma eyleminin tanığı hatta müdahili olduğu bir görsel sanat performansında bana göre çok orijinaldir. Bunları niye mi anlatıyorum, bu hikayeler de performansın bir parçası diye. Bu karasalgın döneminde sanat da mahsurdu, sanatçı üretimini sergilemek için yeni yollar üretiyordu ve bir yandan da bir big brother kontrolündeydi artık, kavramsallaşmak dışında bir seçeneği yoktu sanatçının. Ama bu yeni durum ya da artık yeni adıyla yeni normal sanatı dijitalleşirken nasıl etkileyecekti. Bunu hiçbirimiz bilmiyorduk ama sanatçı kendisinin manifesto dediği ama olmayan -manifesto o da bilir ki başka bir şeydir- performans tanıtım bülteninde sormuştu bu sanatın lehine mi olacak, aleyhine mi sorusunu. Bunu zaman gösterecek ama benim kanaatim dijitalleşmenin, videoartın, kavramsal sanatın, performans sanatlarının biraz daha öne çıkacağı şeklinde. Tabii bu süreçte sosyal medyanın video paylaşımında kötü notlar aldı o da başka. Ama ben de Fatih gibi düşünüyorum kesinlikle geliştirilecek ve iyileştirilecek ya da sanatçı bunun için farklı yollar bulacak.

8 Haziran günü Fatih’in kesintisiz yayın yapamayacağı artık belli olmuştu, canlı yayın saati geldiğinde paylaştığı ilk görüntü artık beni ilgilendiriyordu. Ben çoktan iz sürmeye, Fatih’in kavramsal sanatla, performans sanatıyla resmin kendisini de önceleyen bir sanatı aynı potada eritmesinin hikayesini merak etmeye başlamıştım. Hele de ilk gün söylediği ben lise sıralarında resim yapmaya başlamışken sonra kavramsal sanata, fikir üretmeyi daha çok önemsemeye başladım, son üç yıldır resim yapıyorum sözünden sonra. Fatih’in hem web sayfasındaki tüm işlerini sondan başa incelemeye, videoart işlerini seyretmeye başladım. Bir kısmını onu takip ettiğim için biliyordum ama bu defa kronolojik bir sırayla çözümlemek için bakmam gerekiyordu. Ne garipti benim ressam olarak tanımladığım Fatih’in sanat sayfasında bir tek resmi yoktu. Oysa benim zihnimde sürrealist, empresyonist çizgileri olan harika renklerle bezeli tablolar vardı. Tekrar bir hafıza mekanı gibi kullandığı fb’a döndüm ve bir dikizci gibi, sapkın bir takipçi gibi gidebildiğim kadar geriye gidip bütün performanslarının, kavramsal işlerinin ve bu arada da resimlerinin izini sürmeye başladım. Evet biri onu gözetliyordu artık. Çok sevdiğim ve genç yaşlarda kaybettiğimiz şair arkadaşım Mansur Balcı’nın şiirinde dediği gibi “Dilini esirge benden / Mahremimde artık söz’ün” Artık onun sanattaki sözü benim mahremimdeydi. Bu performans da doğası gereği onun mahremini genel kitleye açma cesaretiydi. Rollo May’in dediği gibi sanat için gerekli olan “yaratma cesareti”ydi bu.

Artık çok katmanlı bir iş vardı karşımda ve Sait Faik’in dediği gibi “Yazmasaydım ölecektim!” Performansı tahlile devam edelim. Valazquez’in Las Meninas (Nedimeler) tablosunun yeniden ve orijinal bir üretimi vardı bu performansta. MichelFoucault’nun Kelimelerve Şeyler kitabında tahlil ettiği resim. Mehmet Ali Kılıçbay tercümesiyle okunabilir. Ben alıntımı Foucault’dan değil Kılıçbay’ın Sunuş’ta kitaba dair yazdıklarından yapacağım:

“Theophile Gautier, Velâzquez'in Las Meninas'ını ilk kez gördüğünde, "tablo nerede?" diye haykırmaktan kendini alıkoyamamıştır. İlk bakışta, tabl nasıl bir konuyu işlemektedir. Kralın beş yaşındaki kızıin fante  Margarıta, nedimeleri (las meninas) ve soytarılarıyla çevrelenmiş olarak tablonun ortasındadır. En dip tarafta, saray nazırının silueti görülmektedir, ama biraz daha yakından ve daha dikkatle bakılınca, tabloda başka kişilerin de olduğu fark edilmektedir. Dip duvarın üzerinde bir ayna vardır ve aynadan İspanya kralı IV. Felipe ile Avusturyalı kraliçe Maria-Anna'nın görüntüleri yansımaktadır. Ve ressamın  bizzat kendisi, üzerinde çalıştığı tuvalde bize ters dönmüş olarak görülmektedir. O halde, resmi yapılan kimdir, kimlerdir? Tablonun adının belirttiği gibi, nedimeler mi, küçük prenses mi, yoksa kral ve kraliçe mi? Tablonun mekânı nerededir? Ressamın çalıştığı atölyede mi, yoksa kral ile kraliçenin bulunduğu yerde mi? Acaba iki tablo mu vardır? Biri gördüğümüz, diğeri de görmediğimiz, ama yapıldığını anladığımız. Asıl tablo hangisidir? Öte yandan, kral ile kraliçenin durdukları yer, aynı zamanda bizim de, seyircinin de durduğu yerdir. Las Meninas, bakanın bakılan olduğu ve tablonun kişilerinin arasına katıldığı tek resimdir; ayna kral ile kraliçenin görüntüleriyle birlikte, bizimkini de yansıtmak durumundadır.”

İşte böyle bir sorun vardı ortada. Tuval neredeydi? Yaptığı tabloyu sadece sanatçı ve atölyeye dönüştürdüğü evde yaşayanlar ve eve eğer gelen gidenler -eğer varsa- görmüştü. Biz fb’dan kötü çözünürlükte resimler görüyorduk, sonra Instagram canlı yayından izlemeyi seçtim ben de pek çok kişi  gibi. Bu arada maalesef popüler  instagram fenomenlerinin binlerce takipçisi varken sanatın instagramda alıcısı çok azdı.

 

Bu da performansınbirsosyaldeneyedönüşmesiydibenimiçin ama o da ayrıhikaye.İnstagramda da çözünürlük kötüydü ama fb’a göre görece iyiydi ve orada sanatçı ile canlı yayına girmek ve üretime dair sorular sormak daha kolaydı. Üstelik çok da hoş bir şey vardı, tuvaldeki resim / resimlerin ayna görüntüsü ile karşı karşıyaydık. Ayna ne kadar güzel bir anlatım aracıydı, sanat için ne kadar çağrışımlıydı. Hadi profesyonel okur Platon’un idealar teorisini hatırlamasın mümkün mü? İşte gerçek olan ideaların yansıması olduğu için bu âlemi bir mağara istiaresi ile açıklayan bu büyük filozofun yansımanın yansıması olduğu için sanatı devletinden kovuşunu düşünüyorsunuzdur artık. Sanata değil ama sanatı perdelediği ve yansıttığı için teknolojiye ve dijitalleşmeye savaş açarsınız o an. Sonra da sanatçıdan yaptığı işlerin fotoğraflarını istersiniz çaresizce. Telefonunuzdan instagram yayınını, bilgisayardan fb canlı yayını izlerken arada bir ekranı küçültüp ortaya çıkan resimlere bakarsınız.

Sanatçı bu performans sırasında 2 tuvale 5 resim yaptı. İlk dördü aynı tuvale ve takip eden izleklerle, sonuncusu yeni bir tuvale ve tamamen farklı bir üslupla 5 resim. Adlandırmadı, imza atmadı, ilk resme biraz zorlamayla verdiği ismi ertesi gün boyayla sildi ama o ismi resimlerimin genel adı olarak kullanabilirsiniz dedi. Bu adlandırma Neşeli Kaos’dur. O zaman bu seriyi adlandıralım demiştim ona ama şimdi son resmi bu seriden çıkarıyorum ve ilk dört resmin seri adı olarak görüyorum Neşeli Kaos’u. Neşeli Kaos serisinin ilk resmi için Fatih, resmi silecek miyim diye sormuştu izleyicisine. O gün ona yazdığım bir whatsapp mesajı bu konudaki düşüncelerimi anlatıyor:

“Fatih, Bu mesajı Kanada saatiyle 11.32'de Türkiye saatiyle 18.32'de yazıyorum. Tabii ki sen resimle ilgili kararını vermeden sana yollamayacağım. Sen TR saatiyle bu açıklamayı yaparken ben bir zoom toplantıda olacağım ve sonucu görmek için muhtemelen ekran görüntümü kapatıp ne yaptın diye bakacağım. Görmek istediğim elbette resmi silmemiş olman ya da canlı yayında silmemen. Çünkü bu resim herkes gibi beni de çok etkiledi. Çok üzüleceğim silersen ve dayanamayacağım. Ama biliyorum ki resmi sildin.

Şimdi profesyonel olmalıyım evet bu süreci anlamlı kılmak ve performansın bir sanata dönüşmesi için onu silmen gerekiyordu. Doğru yaptın. Biz belki resmi kaybettik ama  yeni bir sürü resimler kazanacağız. Zaten bu pandemi döneminde sanat ve hatta her türlü üretimimiz de yap boz şeklinde yeniden başlamıyor ve kaybolmuyor mu?

Sisyphos’u gördüm korkunç işkenceler çekerken: Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve kollarıyla, bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru. İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam. Ama tepeye varmasına tam bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya. O da yeniden itiyordu kayayı bütün kaslarını gere gere, kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden. O da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde.

Galiba hepimiz biraz da Sisyphos'uz.

Bu performansın da daha anlamlı oldu, silinen ve kaybolan resimlerin de. Seni tebrik ediyorum kararın için. Umarım bu kararı varmışsındır.

Şimdi de lise arkadaşıma yazıyorum; Çok kötüsün yaa. Asla aynı resmi yapamayacaksın o tekrarlanamaz çünkü. O unic'ti, bütün sanat eserleri gibi. Çok kızgınım sana.” Son resim heykel figürlerin öne çıktığı, siyah ve beyaz ağırlıkta, iyi ki vazgeçtiği sarı arka planın yansıması ile ışıklanan kırmızı boya lekelerinin kan imajının ve siyahın karabasanının bir kuş temsiliyle beyaza çıktığı ya da çıkmasının umudunu ve direnişin nefesini  hissettiren bambaşka bir tablo. Ben adlandırsaydım adı “Pandora’nın Kutusundaki Son Şey” olurdu sanırım.

İyi ki ilk tuvale resmedilen ilk üç resim silindi ki performans anlam kazandı ve iyi ki yeni bir tuvale geçti ki sanatçı bu performans böyle bitmeliydi dedim. Evet umutla bitmeliydi, direnişle bitmeliydi en büyük biraderlere... Ama o neşeli kaos kalmalıydı bir gün o umut gerçekleşir ve biz en büyük birader karşısında tekrar sanat üretir ve tüketir hâle gelebilirsek ona ihtiyacımız olacak diye.

En çok hangi resmi mi beğendim ilk tuvalin son resmini, 4 numaralı resmi. İlk tuval ortak izlekli 4 resim dedik ama ikinci ve üçüncü resimler iç seri veya birbirine bağlı kabul edilebilir, o ilk serinin üçüncü resmini beğendi, şu anda afişte gördüğünüz resim. Resimleri ayrıca çözümlemek istediğim için burada kısaca söyleyeyim 5’i de başarılı çalışmalardı. Keşke silinenlerden biri bari kötü bir iş olsaydı da bu süreçte biraz az travma yaşasaydık.

Doç. Dr. Şerife Yalçınkaya

bottom of page